26 Ocak 2017 Perşembe

Mutluluğun Resmi'ni kim çizdi?

Bazıları "Mutluluğun Resmi" diyor, bazıları "Happiness" diyor, bazıları da "Home Sweet Home"  olarak adlandırıyor. Siz hangi ismi beğendiyseniz onu seçin fark etmez, sadece şunu bilin yeter:
Bu resim, Abidin Dino'ya ait değil!
Hikaye kısaca şöyle:
Ünlü şair Nazım "Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?"  dizesiyle başlayan ünlü şiirini Moskova'da sürgündeyken yazar. Belki mutluluğun resminin tuvallere sığmayacağını düşündüğü için, belki bu kavramı tek bir kareye sıkıştırıp kalmak istemediği için, nedenini bilemeyiz elbet ama  Abidin Dino  cevap olarak  mutluluğu sözcüklerle anlatma yolunu seçer:
 ".Mavi gözlerinde yanıp tutuşan   Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi  
 Der, hatta şiirinin sonu da şöyle biter:
 ".İşte o zaman Nazım, Yapardım mutluluğun resmini Buna da ne tuval yeterdi; ne boya... "
Hikaye budur özetle, ama ne yazık ki internetin azizliği tam da burada devreye girer. "Abidin Dino Mutluluğun resmi" diye arama yaptığınızda maalesef bir çok sitede Dianne Dengel'in resmiyle karşılaşırsınız, oysa bu sonuç,  sadece internetteki bilgi kirliliğine verilebilecek güzel bir örnektir.
Hikayenin doğrusunu özetlediğimize göre bu güzel resme ve yaratıcısı Dianne Dengel'e geri dönelim isterseniz. 
Sevginin en büyük mutluluk kaynağı olduğunu betimleyen ve görenlerin içini ısıtan bu tablonun yaratıcısını anlatmak istiyoruz  kısaca sizlere.  Çatısı aktığı için yatağın üzerinin yağmur sularından şemsiye ile korunduğu ve gazete kağıdından perdesi olan bir odada, ayağı koptuğu için bir tahta parçasıyla dengelenen karyolada, altı çocuk, bir köpek ve bir kedinin aynı yatakta, aynı yamalı yorganın altında sevgiyle ve gülümseyerek uyuduğu bu sevimli tablo, nasıl bir yürekten süzülerek resmedilmiştir?
Her ne olursa olsun yaşamanın ne kadar güzel olduğunu hissettiren, gülümsemenin insanları nasıl güzel kıldığını gösteren, göstermekle kalmayıp duyumsatan bu güzel yürek kimdir? Nasıl bir öyküsü vardır?
Hikayenin kalanını okuduğunuzda, hem azmine hayran olacak, hem de Dianne'yi daha çok seveceksiniz.
Çayınızı tazeleyin, anlatacaklarımız daha yeni başlıyor.
Dianne, 1939 yılında Amerika'nın New York eyaletine bağlı Rochester'de doğmuş, şehrin Chili adındaki kenar mahallesinde babasının ahşap artıklarından yaptığı gecekondu diyebileceğimiz evde geçirmiştir bütün hayatını. Duyunca her ne kadar inanamasak da Dianne'nin annesi Mildred, yaşadıkları ortamla tezat oluşturan bir bilinçle kızının  resim yeteneğini, O daha 3 yaşındayken, yani çok erken keşfetmiş ve bu konuda O'na  hep destek olmuştur. Mildred'e hayran olmamak elde değil, düşünsenize çalıştığı mağazadan gömlek kartonlarını eve getirip kızının bu kartonlara resim yapmasını sağlarmış! Daha küçücük bir çocukken Diana bu kartonlara resimler yapmasaydı, biz muhtemelen O'nun pozitif duygular taşıyan güzel çalışmalarını göremeyecektik! Hayat  hikayesinin sadece bu kısmı bile sizce de yeterince örnek alınası değil mi?
Ailesi fakir olduğu için, Dianne'ye boya, fırça ve tuval alacak paraları yokmuş doğal olarak. Resim konusunda ilerledikçe yağlı boya tüpleri için para biriktiriyormuş bir şekilde ama fırça almaya parası yine de yetmiyormuş. Dianne pes etmemiş, zaman içinde sanat dünyasında ayırt edici özelliği haline gelecek olan bir tarz geliştirmiş bu yoksunluk içinde. Evet, parmaklarıyla boyayı sürüyor, bir parça kağıt yardımıyla da boyayı yayıyormuş!
 İşte size ikinci hayat dersi..  Azmin yoksunlukla mücadesinden çıkan yaratıcılık örneği!
Dianne, 1940'ların dergi kapaklarından sanatsal olarak etkilenmiş, yaşamında manzaralardan çok insan etkileşimleri ilgisini çekmiş hep. Bu yüzden "insan ressamı" da diyebiliriz kendisine.
Henüz 18 yaşındayken teklif edilen  üniversite bursunu reddetmiş ve tanesi 1.5 $'dan  renkli kalemlerle portre çizmeyi tercih etmiş. O zamanlar kiraların 40 $ civarında olduğu düşünülürse bu paranın O'nun için ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlayabiliriz.
Çalışmaya öyle bir vermiş ki kendini, ne evlenmeye ne de aile kurmaya vakit ayıramamış. Sanatsal mutlulukların peşine düşmüş diyebiliriz.  Sürekli seyahat halindeymiş. Yollardayken iş alıyor ve çalışmalarını da her seferinde değişik şehirlerde sergiliyormuş.

Çeşitli şehirlerde kendisini hayretle izleyen seyircilere yeteneğini sergilerken annesi hep kendisine eşlik etmiş. O zamanları anımsarken internet sitesinde şöyle söylüyor:
"Bu gösteriler her zaman çok güzel olmuyordu, bazen annem ve ben eve aç gidiyorduk."
Böyle durumlarda annesi O'na üzülmemesi gerektiğini söyler ve "Asla vaz geçme!" dermiş. Annesi Mildred, Dianne'nin yarattığı "bebekleri" çok sever ve alıcısı çıktığında her birini öperek onlarla vedalaşırmış.
1984 yılında Dianne 45 yaşındayken şöhret olma yolunda önemli bir fırsat çıkmış karşısına. 1968'den 2001 yılına kadar PBS televizyonunda "Mr. Rogers Neighborhood" adında çok sevilen bir tv şovunun yapımcısı olan Mr. Roger, babasının eşyalarının önünden geçerken tesadüfen Dianne'nin çizdiği portreyi görmüş. Fred bu portreyi çok beğenmiş ve Dianne'lerin yaşadığı semte bir yetenek avcısı göndermiş, O'nun aracılığı ile Dianne'den kendi portresini yapmasını istemiş. Dianne kendisine yapılan bu teklifi kabul ettiğinde en çok sevinenlerden biri de evlerine gelen yetenek avcısıymış, çünkü çok etkilenmiş gördüklerinden. Derken derken televizyon ekibi Dianne'nin küçük evine gelmiş, iki gün boyunca çekim yapmışlar. Bu arada Dianne de portrenin yarısını tamamlamış ve Mr. Roger bir başka portre daha istemiş.
Roger'in Dianne hakkında çektiği iki bölümlük şov, PBS televizyonunda yıllarca gösterilmiş, hala da zaman zaman gösterilmeye devam ediyormuş. İşte bu sayede ünlü olmuş Dianne, neredeyse masal gibi bir hikayesi var.
Dianne, sanat hayatı boyunca sadece resim yapmamış. Kumaştan bebekler yapıp boyamış, çalışmalarını çeşitli gösterilerde sergilemiş, Sun's Out Inc. adındaki şirket tarafından bazı resimleri puzzle'a dönüştürülmüş. "Home Sweet Home" diye adlandırdığı, anlattığımız bu ünlü resminin puzzle'ınınTürkiye'de çok satıldığını kendi web sitesinde de özellikle belirtmişler. Nazım'ın şiirinin bu başarıda katkısı büyük olmuştur mutlaka. Düşünsenize; farklı kıtalarda yaratılmış bir şiir ve bir resim, puzzle'da buluşarak nasıl bir tesadüfle bütünleşip bizlerin yüreklerine dokunabiliyor! Sanatın gücüne sırf bu nedenle bile saygı duymalı herkes.
Dianne'nin çizdiği resimlerdeki insanlar hep basit ve huzurlu görünürler. Dianne de diğer sanatçılar gibi hem sanat hayatında hem de özel hayatında inişler çıkışlar yaşamıştır mutlaka. Ama O'nu diğer insanlardan ayıran belirgin özellik, hayattaki küçük nimetlere hep şükran duymasıdır. O'nu değerli kılan diğer özelliği ise sanata olan tutkusudur.
15 Mayıs 2012'de aramızdan ayrılsa da, eserleriyle daha uzun yıllar yüzümüzü güldürmeye devam edecektir Dianne.

Not: Dianne'nin güzel resimlerinden üretilen puzzle'lara buradan bakabilirsiniz.

KAYNAK:  http://www.diannedengel.com/dianne_dengel_about.html
UYARLAMA ÇEVİRİ: www.puzzlegaleri.com




25 Ocak 2017 Çarşamba

H.z Yusuf (a.s)’ın kuyuya atılınca duası ve “Cebrail a.s’ın ona öğrettiği “Kurtarıcı dua
Bu sözler şaka ile söylenmiş sözler değildi. Böylece kararları Hz. Yusuf’a tebliğ edilmişti. Derhal kollarından tutarak kuyuya sarkıttılar. Yusuf aleyhisselâm kardeşlerine, yaptıkları hareketin, babalarının sevgisini kazandırmayacağını belirtmesine rağmen dinlemediler ve dediler ki:
– Haydi Yusuf yolun açık olsun, güle güle… Bir daha bizimle babamızın arasına gireyim deme sakın! Ayrıca öldürmediğimiz için bize teşekkür borçlu olduğunu da hiç unutma sevgili kardeşimiz…
Bu sözlerle kuyuya bıraktılar. Kuyuda su vardı. Yusuf aleyhisselâm suyun içine düştü.
Bu sırada Yusuf aleyhisselâm şu duâyı okudu: “Ya şâhiden gayre gâibin ve ya karîben gayre baîdin ve ya gâliben gayre mağlûbin. Ic’al lî min emrî ferecen ve mahrecâ. ”
Ey gâib olmayan Şâhid! Ey uzak olmayan Karîb! Ey mağlûp olmayan Galip! Beni bu musibetten kurtar! Bunun için bana bir çıkış yolu nasip et!”
Bu esnada Allahü teâlâdan Cebrail aleyhisselâma; “Kuluma yetiş ey Cebrail!” hitabı geldi.
Cebrail aleyhisselâm derhal yetişerek onu boğulmaktan kurtardı ve onu, suyun içindeki bir kayanın üstüne oturttu. Sonra Yusuf aleyhisselâma Allahü teâlânın selâmını tebliğ etti ve “Sen kardeşlerine birgün bu yaptıklarını haber vereceksin!” dedi.
Ayrıca duâ etmesini, Allahü teâlâya yalvarmasını, Allahü Teâlâ’nın yapılan duâları kabul edeceğini söyledi. Şöyle duâ etmesini bildirdi:
“Allahümme ya kâşife külli kürbetin ve ya mûcibe külli da’vetin ve ya câbire külli kesîrin ve ya müyessire külli asîrin ve ya sâhibe külli garîbin ve ya mûnise külli vahîdin ve ya lâ ilâhe illâ ente es’elüke en’tec’ale lî ferecen, mahrecen ve en takzife hubbeke fî kalbî hatta lâ yekûne lî hemmün ve lâ zikru gayrike ve en tehfezanî ve terhamenî ya Erhamerrâhimîn “
Ey her belâyı kaldıran, her duâyı kabul eden, kırık kalbleri saran, iyileştiren, her güçlüğü kolaylaştıran, her garibin sahibi ve yalnızların teselli edicisi, ey kendisinden başka ilâh olmayan! Beni içinde bulunduğum sıkıntıdan kurtarmanı, onun için bana bir çıkış yolu nasip etmeni, muhabbetini kalbime koymanı, böylece benim için senden başka bir düşünce ve zikir olmamasını, her türlü musibetten muhafaza buyurmanı, bana merhametinle muamele etmeni isterim. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allahım!”

Yusuf aleyhisselâm kuyuda Cebrail aleyhisselâmın öğrettiği duâyı edip, Allahü teâlâyı zikretmeye başladı. Allahü Teâlâ’nın isimlerini (Esmâ-i hüsnâyı) söyledi. Melekler Yusuf aleyhisselâmın zikrini duyup, çevresine toplandılar. Yusuf aleyhisselâmla yakınlık peyda ettiler. Bu sebeple Yusuf aleyhisselâm kuyuda yalnızlık çekmedi…..



21 Ocak 2017 Cumartesi



"Fallahu hayrun hafizen ve hüve erhamür rahimin." duasını kim yapmıştır, manasıyla açıklar mısınız?


Yakub Aleyhisselamın diliyle niyaz edelim her duamızda:

Fallahu hayrun hafizen ve hüve erhamür rahimin

Allah muhafaza edicilerin en hayırlısıdır ve O merhamet edicilerin en merhametlisidir. (YUSUF, 64)
----------------------

”Ya Dafi’al belaya idfa’ anna’l-belaya Fallahu hayrun hafizan ve hüve erhamur-rahimin” inneke ala küllişey’in kadir.
Ey belaları def ‘eden Allah’ım! Belaları bizden uzaklaştır. Allah muhafaza edicilerin en hayırlısıdır ve O merhamet edicilerin en merhametlisidir.
Muhakkak ki senin Kudretin her şeye yeter. (Âmin)





9 Ocak 2017 Pazartesi

Daha iyi yaşamak için dört anlaşma: Don Miguel Ruiz 

Tolteklerin Bilgeliği

Meksika Kızılderilileri tarafından hayata geçirilen Toltek bilgeliği, yalnızca efsanelerde ve hikayelerde varolan ölü bir gelenek değil, bugün hala bir kısım yerlerde (ve ülkemizde de) uygulanan canlı bir öğretidir. Daha iyi yaşamak için yapmamız gereken 4 anlaşma verilmiş Nil Gün tarafından Türkçeye kazandırılan ve Ötesi Yayınlarından çıkan, Don Miguel Ruiz'in kitabı Dört Anlaşma'da. Ben bu anlaşmaları uyguluyorum ve hayata geçirilebilir olduklarını gördüm. 

1. ANLAŞMA: SÖZ BÜYÜDÜR/ ANLAŞMALARI BOZMAK 


Kullandığınız sözcüklerde kusursuz olun, ağzınızdan çıkan en küçük bir kelimeye dahi dikkat edin. Kendinizle, diğerleriyle ilgili yargılarınızda dikkatli olun. O sizin gerçekliğiniz olacaktır. İncil şöyle başlar "Önce söz vardı". Burada sözün ne denli güçlü olduğunun işareti verilir. 

Söz büyüdür, sözlerle "kara büyü yapan" kara büyücülere karşı dikatli olun. Size verdikleri sıfatlarla, yargılamalarla, onay ya da onaylamamalarla sizi zehirlemelerine veya değiştirmelerine izin vermeyin. Kusursuz olmak (impeccable) "saf ve günahsız" olmak demektir. Günah, kendini reddedişle başlar, dinin verdiği yargılarla değil... Öz reddediş, en ölümcül günahtır. 

Annesinin başı ağrıdığı için " kes şu çirkin sesini!" denilen bir çocuğu düşünün. Annesi tarafından bu çocuk, sözle büyülenmiş ve uzun yıllar sesinin çirkin olduğunu düşünüp şarkı söylememiştir. Ama asıl olan nokta şudur: ANLAŞMAYA KATILMAK. ANLAŞMA İMZALAMAK. Bu kız, annesinin ona yaptığı büyü ile anlaşma yapmıştır. Kendini, onun dediği gibi çirkin sesli hissetmiştir, akmaktan ve haz almaktan alıkoymuştur. Öyleyse ilk adım, bize yapılan büyüleri ve bilmeden katıldığımız tüm anlaşmaları bozmaktır. 

2. ANLAŞMA: HİÇ BİR ŞEYİ KİŞİSEL ALMAMAK

Bize söylenen sözleri, yapılan edimleri kişisel almayın. "senin bu davranışın beni incitti" diyen birini düşünün. Onu siz incitmediniz. Söylediğiniz sözler ondaki bir yaraya bastığı için incindi. Ve size kızdıklarında, nefret ettiklerinde, aslında kendilerinden korktuklarını bilmelisiniz. 

Bu yüzden bize "sen iyisin" denildiğinde kişisel algılamayız, çünkü o anda o kişi kendini iyi hissediyor, mutlu ve bizi onaylıyor ama "sen bir şeytansın" dediklerinde de kişisel algılamayız, çünkü bir sebepten bize kızgındırlar. Kişisel algılama, bizi kara büyücüler için av haline getirir. 

Kişisel algılarsanız, hep haklı çıkmak, onaylanmak, sevilmek istersiniz. Bunu bulamadığınızda ise incinir, yara alır dolayısıyla saldırırsınız. Oysa ki kendi hayatınızdaki aktör, sadece siz olmalısınız. Korkusuz yaşadığımızda, incinmeye ihtimal yoktur. Aptal durumuna düşmekten ve eleştirilmekten korkmadan sevdiğimizi haykırır, sorularımız varsa sorar, eylemlerde bulunuruz. 

3. ANLAŞMA: VARSAYIMDA BULUNMAYIN

Olmuş ve olacaklar hakkında varsayımlarda bulunmak, yaşamayı engeller ve enerjiyi tüketir. Bu durum en çok belirsizlikler karşısında yaşanır. Varsayım, herşeyi kişisel algılamak, dünyanın merkezine kendimizi oturtmak ve kişisel önemi abartmak sonucu oluşur. 

Örneğin sevdiğiniz kişi (anneniz, sevgiliniz) sizi aramadı. Burada tetiklenen varsayımlar, "benden sıkıldı, kurtulmak istiyor, bana kızgın" diye başlar ve "ben değersizim" e kadar uzanan bir sürü varsayım silsilesi ile kendimize yeni zehirli anlaşmalar yapmamıza neden olur. Oysa yukarıdaki durumda bir sürü başka varsayım da mümkündür: "düşünmek istiyor, zaman istiyor, böylesi en iyiysi, yalnız kalmaya ihtiyacı vardır, benim dışımda bir sorunu vardır, bana kıymet vermiyorsa kendi bilir, canı isterse" ... Yine de en iyisi hiç varsayıomda bulunmamaktır. Çünkü evrenin merkezi biz değiliz. 

Hayvanlar, hataları yüzünden ceza çekerler, ama sadece bir kez... İnsansa, her olumsuz algıladığı durumda, geçmiş hatalarını kendine hatırlatarak yeniden yeniden ceza çeker ve kendini suçlar. Zaten Toltekler de "kendine acımanın" altını kazıdıklarında, "kendine aşırı önem vermeyi" bulmuşlardır. 

4. ANLAŞMA: YAPABİLDİĞİNİN EN İYİSİNİ YAPMAK


Her koşul altında en iyisini yapmak, bizi suçluluk duygusundan kurtarır, kendimize saygı duymanızı sağlar ve bu enerjiyi bulamıyorsak da hiç yapmamak en iyisidir. İşin büyüğü küçüğü olmaz. Yemek pişirirken de, makale yazarken de, tuvalet temizlerken de ve severken de, bir işi olabildiğince kusursuz ve kendimizce "en iyisi" yapmak, kendi üzerimizdeki kara büyüleri etkisiz hale getirir. 

Ama ödül beklemek ve görev olduğu için değil, her işi hayatımızın son edimiymiş gibi dikkatli ve erinç içinde yapmak esastır. Kötü, rutin ve boş iş yoktur. (bunu asistanken anladım. Bir güzel fotokopi çekiyorum sormayın:)))) Hepsi kusursuzluğa bizi götürecek adımlardır. Eğer zaten yapmak zorundaysak, bunu zevkli bir oyun haline getirmek en güzeli olmalı. Ve bunu yaparken risk almak, ritüele dönüşmesine izin vermemek gerekir. 

SONUÇ:


Aktif bir teslimiyet, doğru yaşamak için temel şarttır. Herşeyin bize akmasını bekleyemeyiz. Ama gidenler için üzülmez, gelenler için de kaygılanmayız. Evet demek istediğinizde "evet" deyin. Hayır demek istediğinizde "hayır" deyin. Bu dünyaya sevmek ve sevilmek için geldik. Tanrı için kanıt aramayın. SADECE OLUN, RİSK ALIN VE HAZ DUYUN. 4 Anlaşmanın yolu budur.

Dört Anlaşma - Toltek Bilgelik Kitabı - Don Miguel Ruiz






SÖZ BÜYÜDÜR

Binlerce yıl önce Meksika’nın güneyinde bilginin kadınları ve erkekleri olarak anılan ve kendilerine “Toltek”adını veren kızılderililer yaşardı. Onlar yaşam sanatını uyguluyorlardı. Bilgelik kitaplarında ise; insanın, dünyada cennet gibi bir ortam yaratabilmesi için kendisiyle yapması gereken dört anlaşmadan söz ediyorlardı. Bu anlaşmanın ilki ve en önemlisi “Sözcüklerinizi Özenle Seçin” başlığı taşıyordu.

Çünkü Toltek Kızılderilileri olumsuz sözcüklerin insan yaşamı üzerinde “kara büyü” etkisi yaratabileceğine inanıyorlardı. “Dört Anlaşma” isimli kitabın yazarı Don Miguel Ruiz bu konuyla ilgili olarak şöyle bir anısını anlatıyor:

“Küçük kız annesinin ruh halinden habersiz, kendi dünyasında, kendi rüyasında mutlu ve enerjikti. Kendisini çok iyi hissediyor, neşeyle avazı çıktığı kadar bağırarak şarkı söylüyor ve koltukların üzerinde hoplayıp duruyordu. Küçük kızın gittikçe yükselen tonda söylediği şarkı ve hareketliliği annesinin baş ağrısını iyice artırmıştı. Bir an geldi ve anne kontrolünü kaybetti.

Kızgınlıkla küçük kızına bağırdı.
“O çirkin sesini kes. Sus ve otur”.

Gerçekte annesinin o anda herhangi bir sese karşı toleransı sıfırdı. Gerçek, küçük kızın sesinin çirkin olması değildi. Ama küçük kız annesinin sözüne inandı. Ve o anda kendisiyle bir anlaşma yaptı. Küçük kız o andan itibaren bir daha şarkı söylemedi. Çünkü sesinin çirkin olduğuna inanmıştı. Sesiyle insanlara rahatsızlık vermemeliydi. Okulda da içine kapanık, utangaç bir çocuk haline geldi. Derslerinde bile şarkılara katılmıyordu. Hatta başkalarıyla konuşmakta bile zorlanıyordu. Yaptığı bir anlaşma ile küçük kız için her şey değişmişti.

O artık sevgi ve kabul görmek için duygularını bastırması gerektiğine inanıyordu. Tek bir söz onun hayatını derinden etkiledi. Bu etki onu çok seven biri yani annesi tarafından yapıldı. Farkında bile olmadan. Ruiz “söz” konusunda şöyle bir açıklamada yapıyor:

“Söz büyüdür. İnsan sözü kullanma yetisine sahip bir büyücüdür. Sözün gücünü yanlış şekilde kullanarak sürekli kara büyü yaptığımız söylenebilir. Sözün büyü olduğunun farkında bile olmaksızın

Dört Anlaşma / Don Miguel Ruiz







Ne Kusursuz İnsan Ara, Ne De İnsanda Kusur Ne Kusursuz İnsan Ara, Ne De İnsanda Kusur

Günün birinde yolu bir dergâha düşen kendi halinde bir adam, dergâhta, bir Mevlevi ile bir Bektaşinin sohbet ettiklerini görünce yanlarına y...